Bilbo ayağa fırladı ve sabahlığını üzerine geçirip yemek odasına gitti. Orada, aceleyle yapıtmış kocaman bir kahvaltının izlerinden başka hiçbir şey yoktu. Odada ürkütücü bir karmaşa, mutfakta yığınla yıkanmamış çanak çömlek vardı. Nerdeyse sahip olduğu her kap ve her kacak kullanılmıştı. Bulaşık o denli kasvetlice gerçekti ki, Bilbo, dün geceki partinin hiç de umduğu gibi kabuslarının bir parçası değil, gerçek olduğuna inanmak zorunda kaldı. Doğrusu onu almadan ve onu uyandırmaya dahi kalkışmadan Cama bir teşekkür bile etmeden' diye düşündü) gitmeleri onu iyice rahatlattı. Ama yine de, az biraz da olsa, bir hayal kırıklığı duymaktan kendini alamadı. Bu duygu onu şaşırttı.
'Aptal olma, Bilbo Baggins!' dedi kendi kendine, 'bu yaşında ejderhaları ve tüm o saçmalıkları düşünmek senin neyine!' Böylece üzerine bir önlük geçirip ateş yaktı, su kaynattı ve bulaşık yıkadı. Sonra işini bitirip yemek odasına geçmeden önce mutfakta güzel, küçük bir kahvaltı yaptı. Bu arada güneş de yükselmişti; ve ön kapı da içeriye ılık bir bahar meltemini buyur etmek üzere açık duruyordu. Bilbo yüksek sesle ıslık çalmaya ve bir önceki geceyi unutmaya başladı. Doğrusu tam da yemek odasında, açık pencerenin yanına oturmuş ikinci kez ufak, sevimli bir kahvaltıya başlıyordu ki Gandalf içeri girdi.
'Sevgili dostum,' dedi, 'ne zaman gelmeyidüşünüyorsun? Hani güne erken başlıyorduk? - ve sen burada oturmuş halen kahvaltı ediyorsun ya da on buçukta artık buna ne denirse! Bekleyemeyecekleri için sana bir not bıraktılar.'
'Ne notu?' dedi zavallı Bay Baggins telaşla.
'Büyük Filler Adına!' dedi Gandalf, 'Sen bu sabah pek kendinde değilsin. Şömine rafının tozunu da mı almadın!'
'Bunun bu konuyla ilgisi ne? Doğrusu ondört kişilik bir bulaşık yetti!'
'Eğer şömine rafının tozunu almış olsaydın, tam saatin altında bir not bulacaktın,' dedi Gandalf Bilbo'ya notu uzatırken (tabii not onun not kâğıtlarından birine yazılmıştı).
Bilbo notu okudu:
'Thorin ve Arkadaşları'ndan selamlar Hırsız Bilbo'ya! Misafirperverliğinize en içten teşekkürlerimizi sunar ve profesyonel yardım önerinizi müteşekkirlikle kabul ederiz. Şartlar: Toplam kazancın (tabii eğer olursa) ondörtte birini aşmayacak, teslimde nakit ödemeli pay, herhangi bir durumda tüm seyahat harcamaları tarafımızdan karşılanacak; gerekli olduğu takdirde, eğer aksi daha önce belirlenmemişse, cenaze masrafları bizim ya da temsilcilerimiz tarafından karşılanacaktır.
'Sayın istirahatinizi bozmanın gereksizliğini göz önünde bulundurarak, hazırlıkları önceden yapmak üzere yola koyulmuş bulunuyoruz ve zatıalilerinizi Sukıyısı'ndaki Yeşil Ejderha Hanı'nda sabah saat tam 11.00'de bekleyeceğiz. Her şeyi tam zamanında yapacağınıza güveniyor,
'Ve hizmetinizde olmanın gururunu taşıyanız,
'Derin saygılarımızla
'Thorin ve Ark.'
'Bu yalnızca on dakikan kaldığını gösteriyor. Koşmak zorunda kalacaksın,' dedi Gandalf.
'Ama-' dedi Bilbo.
'Buna zaman yok,' dedi büyücü.
'Ama-' dedi Bilbo yine.
'Onun İçin de zaman yok! Hadi git artık!'
Bilbo ömrünün sonuna dek, ikinci kahvaltısını yarım bırakıp ve sabah temizliğini bitirmeden kendisini nasıl dışarda şapkasız, yürüyüş sopasız, hatta parasız ya da genelde dışarı çıkarken yanma aldığı şeylersiz bulduğunu, nasıl da anahtarlarım Gandalf'ın eline tutuşturup büyük Yeldeğirmeni'nin oradan, Su'nun ötesine, hatta bir iki mil daha öteye, tüylü ayaklarının taşıyabildiğince hızlı koştuğunu asla hatırlayamadı.
Saat tam onbiri vururken Su kıyısı'na vardığında nefes nefese kalmıştı ve bir cep mendili dahi almadan geldiğini fark etti!
'Bravo!' dedi hanın kapısında durup yolunu gözleyen Balin.
Ve birazcık sonra diğerleri de köyden gelen yolun dönemecinde göründüler. Midillilere binmişlerdi ve her midilli her türden sandık, çıkın, kutu ve muhtelif teçhizatla yüklenmişti. Bilbo için olduğu belli olan çok küçük bir midilli de vardı.
İkiniz de kalkın da yola koyulalım!' dedi Thorin.
Çok üzgünüm,' dedi Bilbo, 'Ama şapkasız geldim, cep mendilimi evde unuttum ve üzerimde hiç para yok. Kesin konuşmak gerekirse notunuzu 10.45'den önce almadım.'
'Kesin konuşma,' dedi Dwalin, Ve kaygılanma da! Daha yolculuğun sonu gelmeden cep mendilleri ve daha bir sürü şey olmadan idare etmek zorunda kalacaksın. Şapkaya gelince sandığımda fazladan bir başlık ve pelerin var.'
Mayıs arifesinde güzel bir sabah, işte böyle handan ayrılıp yüklü midillilerinin üzerinde yola koyuldular; ve Bilbo Dwalin'den ödünç aldığı (havadan biraz hırpalanmış) koyu yeşil bir başlık ve koyu yeşil bir pelerin giyiyordu. İkisi de onun için öyle büyüktü ki, komik gözüküyordu. Babası Bungo'nun Bilbo için ne düşüneceğini ben düşünmeye cesaret edemem. Tek tesellisi, sakalı olmadığı için cüceye benzememesiydi.
Pek uzun gitmemişlerdi ki Gandalf muhteşem bir tavırla beyaz bir at üzerinde çıkageldi. Bilbo'nun piposunu ve tütününü ve bir sürü de cep mendili getirmişti. Böylece kafile neşe içinde yoluna devam etti ve yemek için durmalarının haricinde tüm gün boyunca hikâyeler anlatıp şarkılar söyleyerek midillilerini sürdüler. Bu yemek molaları Bilbo'nun hoşuna gidebilecek denli sık değildi, ama yine de maceraların her şeye rağmen o kadar kötü olmadığını düşünmeye başlamıştı.
İlkin nezih sakinleri, güzel yolları, bir iki hanı olan geniş, saygın bir ülkeden, hobbit-topraklarından geçtiler ve arada sırada ağır ağır işe giden bir çiftçi ya da cüceye rastlıyorlardı. Sonra insanların garip konuştuğu ve Bilbo'nun hiç duymadığı şarkılar söylediği topraklara geldiler. Sonra taa, hiç kimsenin kalmadığı, hiç han bulunmayan ve yolların gittikçe kötüleştiği Yalnız-topraklar'a kadar gittiler. Gitgide yükselen, ağaçlardan dolayı karanlık, kasvetli dağlar anık uzaklarında değildi. Bazılarında adeta kötü niyetli kişilerce yapılmış gibi kötü görünüşlü eski kaleler vardı. O gün hava feci şekilde döndüğünden her şey hüzünlü gözüküyordu. Hava çoğunlukla bir mayıs havasının ancak hikâyelerdeolabileceği denli güzel olmuştu, ama şimdi soğuk ve ıslaktı. Yalnıztopraklar'da uygun bir yer bulduklarında kamp yapmak zorundaydılar, ama hiç değilse etraf kuru olsaydı.
'Pek yakında haziran olacağını düşünürsek,' diye söylendi Bilbo bir çamur birikintisini geçerken diğerleri tarafından çamura boğulunca, Çay vakti geçmişti; yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyordu ve tüm gün yağmıştı; sular başlığından gözlerine damlıyordu ve pelerini de tüm suyu çekmişti; midillisi yorgundu ve taşlarda tökezleyipduruyordu; diğerleri de konuşmaya kalkışılmayacak denli somurtuyorlardı, 'Eminim ki yağmur kum giysilere ve yiyeceklere de geçmiştir,' diye düşündü Bilbo, 'Hırsızlığın ve ilgili her şeyin canı cehenneme! Keşke güzel kovuğumda çaydanlığım tam ıslık çalmaya başlarken ateşin başında olsaydım!' Ama bu, bunu son kez dileyişi değildi!
Cüceler hobbiti dikkate almayarak arkalarına bile bakmadan yollarına devam ettiler. Güneş gri bulutların arkasında bir yerde batmış olmalıydı, çünkü ortasında bir nehir olan o derin vadiye girdikçe karanlık artıyordu. Rüzgâr uyandı ve nehrin kıyısındaki söğütler eğilip bükülüp içlerini çektiler. Neyseki yol, eski, taş bir köprünün üstünden karşı tarafa geçiyordu, çünkü nehir yağmur sularıyla kabarmış, kuzeydeki tepelerden ve dağlardan aşağı azgınca akıyordu,
Karşı tarafa geçtiklerinde nerdeyse gece olmuştu. Rüzgâr gri bulutlan dağıttı ve uçuşan paçavralar arasından tepelerin üzerinde avare bir ay belirdi. Sonra durdular ve Thorin akşam yemeği hakkında bir şeyler mırıldandı, 've uyuyacak kuru bir yeri nereden bulacağız?' diye sordu.
O zamana dek Gandalf'ın ortalarda olmadığını fark etmemişlerdi. Şimdiye dek tüm yolu onlarla birlikte gelmiş, ama ne maceraya dahil olduğuna ne de yalnızca bir süre için onlara eşlik ettiğine dair bir şeyler söylemişti. En çok o yemiş, en çok o konuşmuş ve en çok o gülmüştü. Ama şimdi öylece ortalıktan kaybolmuştu!
'Üstelik tam da bir büyücünün en işe yarayabileceği sırada.' diye sızlandı (düzenli, bol ve sık yemekler konusunda hobbitin görüşlerini paylaşan) Dori ve Nori.
Sonunda bulundukları yerde kamp yapmak zorunda olduklarına karar verdiler. Bir ağaç kümesine yöneldiler; burası nispeten kuru olmasına rağmen rüzgâr yapraklardaki yağmur damlalarını silkeliyordu ve damlalar, işte o damlalar en can sıkıcı olanıydı. Üstelik bu şanssızlıkateşe de bulaşmış gözüküyordu. Rüzgâr olsun olmasın cüceler hemen her yerde, hemen her şeyden ateş yakabilirlerdi; ama o gece beceremediler, hatta bu konuda özellikle iyi olan Oin ve Gloin bile.
Sonra midillilerden biri hiç yoktan ürküp kaçtı. Ve onlar yakalay amadan nehre girdi ve tekrar dışarı çıkartamadan, ki Kili ve Fili nerdeyse boğuluyorlardı, taşıdığı tüm yük suya düşüp gitti. Tabii bu yükün çoğu yiyecekti ve akşam yemeğine son derece az, kahvaltıya ise daha da azı kalmıştı.
Hepsi asık suratlarla, ıslak ve homurdana homurdana oracığa çökerlerken Oin ve Gloin de kavga edip, ateşi yakmaya çalışmaya devam ettiler. Bilbo üzgün üzgün maceraların yalnızca mayıs güneşinde midilli sürmek olmadığını düşündüğü sırada daimi gözcüleri Balin, 'Orada bir ışık var!' dedi. Biraz uzakta bazı yerleri oldukça yoğun, ağaçlıklı bir tepe vardı. Şimdi, ağaçların karanlık yoğunluğundan bir ateş ya da göz kırpan meşaleler olabilecek rahatlatıcı görünen kırmızımtırak bir ışığı görebiliyorlardı.
Işığa bir müddet daha baktıktan sonra tartışmaya başladılar. Bazıları 'hayır' bazıları 'evet' dedi. Bazıları yalnızca gidip bakmaları gerektiğini, her şeyin az akşam yemeği, daha da az kahvaltı ve gece boyu ıslak giysilerden daha iyi olduğunu söyledi.
Diğerleri ise şöyle dedi; 'Buralar pek de iyi bilinmiyor ve dağlara da fazlasıyla yakın. Şu sıralar gezginler bu yöne nadiren geliyorlar. Eski haritaların hiç hükmü yok; her şey kötüye gitti ve yolda korunmasızız. Hatta buradakilerin çoğunun kraldan bile haberleri yoktur; ve yola devam ederken ne kadar az meraklı olunursa o kadar az belayla karşılaşılır,' Bazıları, 'her şeye karşın ondört kişiyiz,' dedi. Diğerleri, 'Gandalf nereye kayboldu?' dedi. Bu sözler herkes tarafından tekrarlandı. Sonra yağmur herzamankinden beter yağmaya ve Oin ve Gloin de kavga etmeye başladılar.
Sonunda ortalık yatıştı. 'Her şeye rağmen bizimle birlikte bir hırsızımız var,' dediler ve böylece (gerekli ve yerinde tüm ihtiyatla) yola koyulup midillilerini ışığın yönünde sürdüler. Tepeye ulaştılar ve az sonra da ormana girdiler. Tepeyi geçtiler, ama şöyle bir eve ya da çiftliğe gidebilecek, görülebilecek düzgün bir patika olmadığından zifiri karanlıkta ağaçların arasından geçerken oldukça çatırtı, gıcırtı ve hışırtı yaptılar (ve oldukça da homurdanıp söylendiler).
Birden kırmızı ışık pek uzakta olmayan ağaç gövdelerinin arasından pırıl pırıl parladı.
'Artık sıra hırsızın,' dediler Bilbo'yu kastederek. 'Gitmeli ve o ışık hakkındaki her şeyi, niçin yandığını ve tümüyle güvenli ve tedbirli olup olmadığını öğrenmelisin,' dedi Thorin hobbite. 'Şimdi yok ol ve eğer her şey yolundaysa çabucak buraya geri dön. Yolunda değilse eğer becerebilirsen geri dön. Beceremezsen iki kez peçeli baykuş, bir kez de cüce baykuş gibi öt, biz elimizden geleni yaparız.'
Bilbo nasıl bir kez bile bir yarasa gibi uçmamışsa, herhangi bir baykuş gibi de ötemeyeceğini açıklayamadan gitmek zorunda kaldı. Ama ne olursa olsun hobbitler ormanda sessizce ilerleyebilirlerdi, hem de tümüyle sessizce. Bununla gurur duyarlardı ve Bilbo, ilerlerlerken, tüm bu cüce şamatası dediği şeyi koklayıp durmuştu ki, sanırım siz ya da ben rüzgârlı bir gecede tüm bir süvari alayı iki adım ötemizden geçmedikçe bir şey fark etmezdik. Bilbo'ya gelince, o kırmızı ışığa doğru işini öyle ciddiye alır bir tavırla ilerliyordu ki, bir gelinciğin yüzündeki tek bir kılın bile oynadığını zannetmem. Böylece doğal olarak hiç kimseyi rahatsız etmeden doğruca ateşe — çünkü bu bir ateşti - ulaştı. Ve gördükleriişte şunlardan ibaretti.
Kayın kütüklerinden çok kocaman bir ateşin etrafında oturmuş üç kocaman adam uzun tahta şişlere geçirilmiş koyun etlerini kızartıyor ve parmaklarından damlayan yağlı et sularını yalıyorlardı. Çok güzel, iştah açıcı bir koku vardı. Ve yanlarında da bir fıçı güzel bir içecek vardı ve testilerle içiyorlardı. Ancak bunlar troll'lerdi. Bunlar açıkça troll'lerdi. Hatta sıkı korunmuş yaşamına rağmen Bilbo bile bunu görebiliyordu. Hem de onların büyük, sert yüzlerinden, iriliklerinden, bacaklarının şeklinden ve hiç mi hiç misafir odası nezaketinde olmayan konuşmalarından.
'Dün koyun, bugün koyun ve eğer yarın da koyun değilse helal olsun,' dedi troll'lerden biri.
'Yeterince uzun zamandır ufacık bir parça olsun insan eti yemedik,' dedi bir İkincisi. 'William'ın hangi cehennem olası fikrinden dolayı bizi buralara getirdiği beni mahvediyo — ve içeceğimiz de azalıyo üstelik,' dedi testisinden bir fırt alan William'in dirseğini dürtükleyerek.
William ağzını tıka basa doldurdu. 'Kapa teneni!' dedi diyebilir diyebilmez. 'Biyisinin kalkıp da sise yemek olmak itin bulda dulmasını bekleyemessin. Dağdan indiğimisden beyi bil butuk koyun yedin? Daha ne istiyorsun? Saman bisten yana değil. Bunun gibi güsel etli semis biy vadi koyunu itin “Sağ ol Bil'' demen gerekilken hem de.' Kızarttığı koyun butundan koca bir ısırık alıp ağzını koluna sildi.
Evet korkarım ki yalnızca tek kafaları olan troll'ler bile böyle davranırlar. Bilbo tüm bunları duyduktan sonra hemen bir şeyler yapması gerektiğini düşündü. Ya sessizce geri gidip yakınlarda orta cüssede kızarmış cüce, hatta değişiklik olsun diye midilli* bile denemeye yatkın iğrenç üç troll olduğuna dair cüceleri uyarmalı ya da bir parça güzel, hızlı bir hırsızlık yapmalıydı. Birinci sınıf efsanevibir hırsız bu noktada elini devlerin ceplerine daldırır -eğer becerebilirseniz bu hemen her zaman işe yarar -koyunları şişlerinden aşırır, birayı çalar ve onlar bunu fark etmeden sıvışıp giderdi. Daha pratik, ama daha az profesyonel gurur taşıyan diğerleri de, belki onlar görmeden her birisine bir hançer saplardı. Daha sonra da gece neşe içinde geçirilebilirdi.
Bilbo bunu biliyordu. Hiç görüp yapmadığı pek çok şey hakkında okumuştu. Şimdiyse hem korkmuş hem de bezmişti; yüzlerce mil uzakta olmayı istedi, hem - hem, bir şekilde Thorin ve Arkadaşlarına eli boş dönemezdi. Böylece gölgede durup tereddüt içinde bekledi. Duyduğu çeşitli hırsızlık yöntemlerinden troll'lerin ceplerinden bir şeyler aşırmak en az zor olanıymış gibi geldi ve o da sonunda William'ın arkasındaki,bir ağaca sessizce sokuldu.
Bert ve Tom fıçıya yöneldiler. William'sa bir içki daha almıştı. Derken Bilbo cesaretini topladı ve küçük elini William'ın kocaman cebine soktu. Orada, Bilbo'ya bir çanta kadar kocaman gelen bir kese vardı. 'Ha!' diye düşündü yeni işine ısınır ve keseyi dikkatlice dışan çekerken, 'bu bir başlangıç!'
Öyleydi! Troll'lerin keseleri muziptirler ve bu kese de bir istisna değildi. 'Neredesin, kimsin?' diye ihbar etti tam cepten çıkınca; ve William arkasına dönüp Bilbo ağacın arkasına savuşamadan onu boynundan yakaladı.
'Vay canına, Bert, bak ne enseledim?' dedi William.
'Nedir o?' dedi diğerleri oraya gelirken.
'Biliyorsam nameldim! Nesin sen?'
'Bilbo Baggins, bir hırsı-şey-hobbit,' dedi zavallı Bilbo tümüyle titreyerek ve onlar kendisini boğazlamadan önce baykuş seslerini nasıl çıkartabileceğini merak etti.
'Bil hıysı-şey-hobbit mi?' diye sordular bir an şaşkın, Troll'lerin anlayışları azıcık kıttır ve kendilerine yeni her şeye de şüpheyle bakarlar.
'Hey neyse, bir hıysı-şey-hobbitin benim cebimde iti ne?' dedi William.
'Onları pişirebilir miyiz?' dedi Tom.
'Deneliz,' dedi Bert eline bir şiş alıp.
'Bil lokmadan fasla etmes!' dedi oldukça iyi bir akşam yemeği yemiş olan William, 'hele deyisi yüsülüp kemikleyi ayrılırsa hiç etmes.'
'Belki etyafta onun kibileri vardıy ve pide, böyek falan yapabiliyiz!' dedi Bert. 'Hey sen, etrafta gizlenen senden başkaları vay mı, seni iyrenç tavşan,' dedi hobbitin tüylü ayâklarına bakarak ve onu ayaklarından tutup salladı.
'Evet, bir sürü,' dedi Bilbo arkadaşlarını ele vermemeyi hatırlamadan önce. 'Hayır hiç yok, bir tane bile,' dedi hemen ardından.
'Ne demek istiyosun?' dedi bu seferde onu saçından yakalayıp dik tutan Bert;
'Söylediğimi,' dedi Bilbo. nefesi kesilerek. 'Ve lütfen beni pişirmeyin nazik efendilerim. Ben kendim iyi bir ahçıyımdır ve piştiğimden daha iyi pişiririm, anlıyor musunuz? Eğer beni akşam yemeği yapmazsanız sizin için çok güzel şeyler pişiririm, size harika güzellikte bir kahvaltı hazırlarım,
'Savallı kütük adam,' dedi William. Çoktan yiyebileceğinden çok fazla yemek yemiş ve bir sürü de bira içmişti, 'Savallı kütük adam! Bırakın gitsin!'
Bil sürü ve hiçle neyi kastettiğini söylemeden olmaz,' dedi Bert. 'Uykumda boğazımın kesilmesini istemiyolum. Konuşana dek ayaklarını ateşe tutun!'
'Ben almıycam,' dedi William 'Onu ben tuttuğum halde.'
'Sen şişko bir aptalsın William,' dedi Bert, 'bu akşam yine söylediğim gibi.
'Ve sen de bil hödüksün!'
'Ve bunu söylemeni kabullenemem Bili Huggins,' dedi Bert ve yumruğunu William'ın gözüne geçirdi. .
Derken müthiş bir şamata koptu. Köpekler gibi kavga etmeye ve birbirlerine her türden mükemmelen doğru ve yakışır isimleri bağıra çağıra sarfetmeye başladılar. Bert Bilbo'yu yere düşürdüğünde, onların ayaklan altından sıvışmaya yetecek kadar aklı ancak başında kalmıştı. Çok geçmeden birbirlerinin kollarında düğümlendiler ve tekmeleye yumruklaya ateşin yanına yuvarlanırlarken Tom akıllarını başlarına getirmek için ağaçtan kopmuş bir dalla ikisine birden güm diye vurdu - ama bu onları daha kötü çıldırttı.
Bu Bilbo için sıvışma zamanıydı. Ancak zavallı küçük ayağı Bert'in kocaman pençesinin altında ezilmişti ve vücudunda hiç soluk kalmamıştı ve başı da dönüyordu; bu yüzden bir müddet orada alevlerin oluşturduğu ışık halkasının hemen dışında soluk soluğa yatakaldı.
Tam kavganın ortasında Balin çıkageldi. Cüceler gürültüleri uzaktan duymuşlar ve bir süre Bilbo'nun geri gelmesi ya da baykuş gibi ötmesi için bekledikten sonra, birer birer ve olabildiğince sessiz, ışığa doğru sürünmeye başlamışlardı. Çok geçmeden Tom, alevlerin aydınlattığı Balin'i görüp korkunç bir uluma fırlattı. Troll'ler cüce görmekten (hele bir de pişmemiş olurlarsa) nefret ederler. Bert ve Bili de kavgayı aniden durdurdular ve 'Bir torba, Tom, çabuk!' dediler. Ve tüm bu karmaşanın içinde Bilbo'nun nerede olduğunu merak eden Balin neler olup bittiğini öğrenemeden kafasına bir torba geçti ve yere düştü.
Ta daha çok gelecek var,' dedi Tom, ya da tamamen yanlış anladım. Bil sürü ve hiç, hiç hıysı-şey-hobbit yok, ama bu cücelerden bir sürü var. Bu aynı o kılıkta!'
'Sanırım haklısın,' dedi Bert, 'en iyisi ışıktan çekilelim.'
Ve öyle de yaptılar. Koy unlan ve diğer ganimetlerini taşımak için kullandıkları torba ellerinde, gölgede beklediler. Ve her cüce gelip, ateşe, dökülüp saçılmıştestilere ve dişlenmiş koyunlara şaşkınlıkla bakarken, sürpriz, plap! kafasının üzerine iğrenç kokulu bir torba geçti ve yakalandı. Az sonra Dwalin, Balin'in yanında, Fili ve Kili birlikte, Dori, Nori ve Ori, tümü bir yığında ve Oin, Gloin, Bifur, Bofur ve Bombur'da ateşin yanında istiflenmiş rahatsızca yatıyorlardı.
'Bu onlara günlerini gösterir!' dedi Tom, Bifur'la Bofur genelde cüceler köşeye sıkıştırıldığında yaptıkları gibi delice savaştıkları ve epeyce sorun yarattıkları için.
En son Thorin geldi ve o habersiz yakalanmadı. O kötülüğe hazır gelmişti ve işlerin iyi gitmediğini anlamak için arkadaşlarının bacaklarının torbalardan çıktığını görmesi gerekmiyordu, Biraz ötede uzakta gölgede durdu ve, 'Nedir tüm bu bela? Kim benim insanlarımı yıkıyor böyle?' dedi.
Troll'ler!' dedi Bilbo. Onu tamamen unutmuşlardı. Çalılıkların arasında, ellerinde torbaları saklanıyorlar,' dedi.
'Ya! Sahi mi?' dedi Thorin. Ve troll'ler üzerine atlayamadan ateşe doğru sıçradı. Bir ucu yanan büyük bir dalı kaptı ve Bert yana kaçamadan bu yanan ucu gözüne yedi. Bu onu bir süre çarpışmadan uzak tuttu. Bilbo yapabileceğinin en iyisini yaptı. Tom'un bacağını yakaladı -elbette ne kadar iyi yakalayabilirse, çünkü genç bir ağaç kütüğü kadar kalındı — ama Tom kıvılcımları Thorin'in yüzüne doğru tekmelerken döne döne çalıların üzerine savruldu.
Bir dal Tom'un dişlerine çarptı ve ön dişlerinden birisini kaybetmesine neden oldu. Size diyebilirim ki bu onu uluttu. Ama tam o sırada arkadan William geldi ve tam Thorin'in kafasından ayaklarına dek bir torba geçirdi. Böylece kavga sona erdi. Şimdi hepsi harika bir halde salamura olmuşlardı: Hepsi torbalara geçirilmişlerdi ve üç kızgın troll (ikisi unutamayacakları yanık ve eziklerle) başlarında oturmuşlar ve onları yavaş yavaş kebap yapmaları mı yoksa ince ince kıyıp kaynatmaları mı ya da yalnızca jöle yapmak üzere birer birer üzerlerine oturup ezmeleri mi gerektiği tartışıyorlardı ve Bilbo, derisi ve elbiseleri yırtılmış, bir çalının üzerinde bekliyor, duyarlar korkusuyla hareket etmeye cesaret edemiyordu.
İşte tam bu sırada Gandalf geri döndü. Ama kimse onu fark etmedi, Trolller de, tam cüceleri şimdi kebap yapmaya, ama sonra yemeye - bu Bert'in fikriydi, ama uzun tartışmalardan sonra hepsi bu fikri kabul etmişlerdi — karar vermişlerdi.
'Onları timdi kısartmak hit de iyi olmaz. Bütün gece sürey!' dedi bir ses. Bert, William'ın konuştuğunu sandı.
'Tartışmayı baştan başlatma Bili,' dedi, 'Yoksa gerçekten bütün gece sürecek'
'Kim tar-tartıtıyol?' dedi konuşanın Bert olduğunu sanan William.
'Sen tartışıyolsun,' dedi Bert.
'Sen bil yalancısın,' dedi William ve tüm tartışma en baştan başladı. Sonunda onları kıyma yapıp kaynatmaya karar verdiler. Böylece büyük kam bir kazan aldılar ve bıçaklarını çıkarttılar.
'Kaynatmak hiç de iyi olmaz, suyumuz yok ve kuyu da oldukça usak,' dedi bir ses. Bert ve William bu sesin Tom'a ait olduğunu şandılar.
'Kes sesini!' dediler, 'Yoksa bu işi hiç bitilemelecegiz. Ve eğer bil sös daha edelsen suyu gidip kendin alabililsin.'
'Sen kes sesini!' dedi sesin William'ın olduğunu sanan Tom 'Senden başka kim tartışıyo ki, bilmek isterim.'
'Sen biy mankafasın,' dedi William.
'Mankafa sensin!' dedi Tom.
Ve tartışma sil baştan başladı ve eskisinden de hararetli bir halde devam etti, ta ki sonunda torbaların üzerine birer birer oturup önce onları ezmeye ve sonra da onları kaynatmaya karar vermelerine dek.
'Önce kimin üzeline otulacağız?' dedi ses.
'En iyisi önce sonuncusunun üzeline otulalım,' dedi gözü Thorin tarafından incitilmiş olan Bert. O Tom'un konuştuğunu düşünüyordu.
'Kendi kendine konuşma,' dedi Tom. 'Ama eğersonuncusunun üzeline otulmak istiyosan git otul. O hangisi?'
'Salı tolapları olan,' dedi Bert.
'Saçma, gli torapları olan,' dedi William'ınkine benzer bir ses.
'Ben salı olduğuna dikkat ettim,' dedi Bert.
'Salıydı,' dedi William.
'Peki neden gli olduğunu söyledin?' dedi Bert.
'Ben hiç öyle bilşey demedim. Onu Tom söyledi.'
'Kesinlikle ben değildim,' dedi Tom 'o sendin.'
'İkiye bil, bu yüzden çeneni kapa!' dedi Bert.
'Sen kiminle konuştuğunu sanıyosun?' dedi William.
'Tamam artık kesin!' dediler Tom ve Bert bir arada. 'Gece ilelliyol ve şafak elken sökücek. Hadi artık başlayalım.'
'Şafak hepinizi alsın ve sizi taş yapsın,' dedi William'inkine benzer bir ses. Ama onunki değildi. Çünkü tam o sırada tepenin üzerinden bir ışık çıkageldi ve dalları da bir çıtırtıdır sardı. William hiç konuşmadı, çünkü öne eğildiğinde taş kesilip kalmıştı ve Bert ve Tom da ona bakarlarken kaya gibi hareketsizleşmişlerdi, Ve orada, kuşların tünemelerinin dışında tek başlarına, güneşin altında durdular; çünkü troll'ler sizin de büyük bir olasılıkla bildiğiniz gibi, şafaktan önce yeraltına girmelidirler, yoksa yapıldıkları dağ hamuruna geri dönüşürler ve bir daha kıpırdayamazlar. İşte Bert, Tom ve William'ın başına gelen de buydu.
'Mükemmel!' dedi Gandalf bir ağacın arkasından çıkıp Bilbo'nun dikenli çalıdan aşağı inmesine yardım ederken. Sonra Bilbo her şeyi anladı. Işık gelip troll'lerin sonlarını getirene dek dolaşmalarını ve kavga etmelerini sağlayan büyücünün sesiydi.
Yapılacak iş, torbaların ağızlannı açmak ve cüceleri dışarı çıkarmaktı. Nerdeyse boğulacaklardı ve bu işe canlarıçok sıkılmıştı. Orada öylece yatıp troll'lerin onları kızartmaları, ezmeleri ve kıyma yapmaları konusundaki planlarını dinlemek hiç eğlenceli değildi. İçleri iyice rahat etmeden önce başına neler geldiğinin hikâyesini Bilbo'dan baştan sona iki kez dinlediler.
'Aşırma ve çalma alıştırması yapmak için aptalca bir zaman,' dedi Bombur. 'Hem de istediğimiz yalnızca ateş ve yiyecekken!'
'İşte bu da o adamlardan çarpışmadan alabileceğiniz bir şey değildi,' dedi Gandalf. 'Neyse, şimdi vakit kaybediyorsunuz. Troll'lerin yakınlarda bir yerde güneşten saklanmak için bir mağaraları ya da inleri olması gerektiğinin farkında değil misiniz? Gidip içine bir göz atmalıyız!'
Etrafı araştırdılar ve biraz sonra troll'lerin taş botlarının izlerini ağaçların içine doğru giderken buldular. İzleri tepenin yukarısına, ta çalılıklar arasına gizlenmiş, bir mağaraya açılan büyük taş kapıyı bulana dek takip ettiler. Ama kapıyı açamadılar, hatta hepsi itelerken ve bu arada Gandalf çeşitli büyüler denerken bile.
'Bu işe yarar mı?' dedi Bilbo yorgun düşer ve acıkırlarken. Troll'lerin kavga ettikleri yerde buldum,' diye ekledi. Kuşkusuz William'ın minicik ve gizli olduğunu düşündüğü, ancak kocaman bir anahtarı uzatarak. Şans eseri, taşa dönüşmeden önce cebinden düşmüş olmalıydı.
'Ne halt etmeye daha önce bundan bahsetmedin?' diye bağırdılar. Gandalf anahtarı kapıp anahtar deliğine soktu. Sonra taşkapı kocaman bir itişle ardına dek açıldı ve hepsi içeri girdiler. Yerde kemikler ve havada da iğrenç bir koku vardı; epey bir miktar yiyecek, raflarda, yerde ve bir köşede toplanmış pirinç düğmelerden altın paralarla dolu kazanlara dek dağınık bir yağma pisliği arasında oraya buraya saçılmış duruyordu. Duvarlarda asılı bir sürü kıyafet vardı - troll'lere göre öyle küçüktüler ki korkarımkurbanlarının kıyafetleriydi - ve aralarında bazı değişik marka, biçim ve büyüklüklerde kılıçlar vardı. Özellikle iki tanesi, güzel kınlarından ve mücevher süslü kabzalarından dolayı gözlerine çarpmıştı.
Gandalf ve Thorin bunlardan birer tane aldılar ve Bilbo da deri kılıflı bir bıçak kaptı. Bu bir troll için ancak küçük bir cep çakısı olabilirdi, ama hobbit için nerdeyse ufak bir kılıçtı.
'Bunlar iyi kılıçlarmış gibi görünüyor,' dedi büyücü kılıçların yarısını kınlarından çıkartıp merakla inceleyerek. 'Herhangi bir troll ya da buralarda ve bugünlerde yaşayan herhangi bir demirci tarafından yapılmamışlar, ama üzerlerindeki Runik yazıyı okuyabilirsek daha çok şey öğrenebiliriz.
'Bu korkunç kokudan dışarı çıkalım,' dedi Fili. 'Böylece para kazanlarını, eldeğmemiş ve yenilebilecek gibi gözüken yiyecekleri ve halen dolu olan bir fıçı birayı dışarı çıkarttılar. O sırada canları kahvaltı yapmak istediğinden ve çok aç olduklarından trolllerin erzak depolarından edindiklerine burun kıvırmadılar. Kendi erzakları oldukça kısıtlıydı. Şimdiyse ekmek, peynir, bol miktarda bira ve közde kızartmak için biraz jambonları vardı.
Geceleri iyice rahatsız geçtiğinden uyudular ve akşamüstüne dek başka bir şey yapmadılar. Sonra midillilerini getirdiler ve kazanlarca altını taşıyıp, nehrin civarındaki izden pek de uzak olmamak kaydıyla çok gizlice gömdüler ve geri gelme ve dışarı çıkartma olasılıklarına karşı da üzerlerine bir sürü tılsım düzdüler. Bu iş bittiğinde bir kez daha yüklenip Doğuya giden patikada yola koyuldular.
'İzninle nereye gittiğini sorabilir miyim?' dedi Thorin Gandalf'a at sürerlerken.
'İleriye bir göz atmaya,' dedi o da.
'Peki ne seni tam vaktinde geri getirdi?'
'Geriye bir göz atmak,' dedi o da,
'Tastamam!' dedi Thorin, 'ama biraz daha açık olabilir misin?'
'Yolumuzda casusluğa çıktım. Pek yakında daha tehlikeli ve zor bir hale gelecek. Ayrıca küçük erzak kumanyamızı tekrar doldurma konusunda da endişeliydim. Bununla beraber çok uzağa gitmemiştim ki Rivendell'den bir çift arkadaşıma rastladım.'
'Orası neresi?' dedi Bilbo.
'Sözümü kesme!' dedi Gandalf. 'Birkaç gün içinde oraya varacaksınız ve eğer şansımız yardım ederse her şeyi öğreneceksiniz. Söylediğim gibi Elrond halkından iki kişiye rastladım. Troll'lerin korkusundan dolayı acele ediyorlardı. Bana üç troll'ün dağlardan indiğini ve yolun yakınında ormana yerleştiklerini söyleyen onlardı. Herkesi korkutarak bölgeden uzaklaştırmışlar ve yabancılara pusu kuruyorlarmış.
'Ardından geri istendiğim hissine kapıldım. Geriye bir göz attığımda uzakta bir ateş gördüm ve ona yöneldim. Sonrasını biliyorsunuz. Lütfen gelecek sefere daha dikkatli olun, yoksa hiçbir yere ulaşamayacağız.'
'Sağ ol!' dedi Thorin.